Yazan: Sunay BABAHAN
Arkadaşlarım arasında Fransa hayranı olarak bilinirim. Birkaç kelimenin dışında pek Fransızca bilmememe rağmen her tatil fırsatını Fransa’da ve eğer mümkünse küçük köy ve kasabalarında geçirmeye çalışırım. Açık pazarlardan yiyecek alışverişi yapmaya, bisikletimin önüne “baguette”imi koyup Fransızmışcasına dolaşmaya, akşam üzeri mahalle cafelerinde şarabımı yudumlamaya bayılırım. Herhalde geçmiş yaşamımda küçük bir Fransız kasabasında bir fırıncının kızı ya da karısıydım diye düşünüyorum.
Neyse lafı uzatmayayım, her yıl Jabiroo olarak katıldığımız Rendez Vous En France fuarı bu hayranlığım nedeniyle benim için ayrı bir özellik taşır. Bu fuar sayesinde her yıl Jabiroo için çok hoş otellerle görüşmenin yanı sıra Fransa’nın bilmediğim yeni köşelerini keşfetme fırsatı da bulurum.
Her yıl Fransa’nın başka bir şehrinde yapılan bu fuar bu sene Toulouse’da idi. “Pink city”, “La ville en rose” yani pembe şehir olarak bilenen Tolouse, güney-doğu Fransa’nın en büyük ve köklü şehirlerinden biri. Nedense Toulouse la ilgili beklentilerim soğuk sevimsiz sanayileşmiş bir Fransız şehri olacağı şeklindeydi. Oysa birbirinden güzel kiremit tonlarındaki tarihi binaları, ılıman iklimi, büyük meydanları ve heryerde cıvıl cıvıl dolaşan bisikletli öğrenci kalabalığı ile son derece sıcak ve sempatik bir şehir çıktı karşıma. Bu insanı içine çekiveren şehirde geçirdiğimiz şahane yemek ve şaraplara dolu iki günün ardından fuar öncesinde yapılan Fam Trip’e katılmak üzere yola çıktık.
Fuar öncesinde dünyanın dörtbir yanından gelen turizmciler için pek çok Fam Trip yapılıyor ve bu bölgeler her yönüyle katılımcılara tanıtılıyor. Ben daha önce hiç gitmediğim ve bilmediğim Gascony bölgesi gezisine katılmaya karar verdim. 4 gün 4 gece süren gezimi detaylarla anlatmam gerçekten çok zor ama aklımda kalan notları paylaşmak istiyorum
- Fransa’nın neresine giderseniz gidin mutlaka tarihi bir doku, güzel yemek ve şarap bulabilirsiniz. Bu dağ başındaki bir köy de olabilir, büyük bir şehrin kuytu bir köşesi de. Yüzyıllardan beri birikerek gelmiş bu yemek ve içki kültürü o kadar sofistike ve doğal bir şekilde size sunuluyor ki, şaşırmamak elde değil. Fuar alanındaki öğle yemeği bile bu anlayışın güzel bir örneği. Bir saat süre içinde yüzlerce kişiye aynı anda sunulan yemek ve içkiler, kalite ve servis olarak Türkiye’deki pek çok “iyi” dediğimiz restoranın kat be kat üzerinde. Malzemeleri çok iyi tanıyorlar ve nasıl kullanacaklarını çok iyi biliyorlar. Farklı malzemeleri zahmetli yollarla bir araya getirerek çok hoş ve sofistike lezzetler yaratabiliyorlar.
- Toulouse ve civarı Foie Gras (kaz ciğeri) ve Cassulet yemekleri ile ünlü. Cassulet bizim kuru fasulyenin biraz daha gelişmiş bir şekli. İçinde domuzdan ördeğe çeşitli malzemeler katılan Cassulet, fırınlandıktan sonra sofraya geliyor. Foie Gras (Kaz ciğeri) ise Fransızların sofistike yemek kültürünün en güzel örneklerinden biri. İkinci günümüzde küçük bir kasabada ünlü bir Foie Gras atölyesine gidip tarihini ve yapılışını detaylı şekilde öğrendik. Atölyenin sahibi Monseieur Pierre Dubarry, bize kazların genetik tarihinden ciğerlerinin tipine, kesme şeklinden pişirme detaylarına kadar öyle hoş ve ilginç bir ders verdi ki, hepimiz Foie Gras uzmanı kesildik. Beraber atölyeye girip kendi kaz ciğerlerimizi hazırlayıp pişirdik ve ılık kavanozlarımızla atölyeden ayrıldık.
- Gezimizin en ilginç noklarından biri de Saint Jaques (Aziz Yakup) hac yolunun üzerindeki kiliselere olan ziyaretlerimizdi. Aziz Yakup yolu güzergahı Fransa’nın Saint Jean Pied de Port kasabasından başlıyor ve 780 kilometrelik güzergâhın ardından İspanya’daki Compostela Katedrali’nde son buluyor. Hristiyanlar hacı olmak için bu yolu yürüyerek ya da bisikletle katediyor. Yürüyüşe katılanlar yol üzerindeki kiliselerde bir belgeye damga vurduruyor ve damgalar tamamlandığında varış noktası olan Compostela’da, hacı olduklarına dair bir sertifika veriliyor. Aziz Yakup'un kemiklerinin Compostela Katedrali’ndeki sunağın altında olduğuna inanılıyor. Ancak bu kalıntıların orijinalliği konusunda Hıristiyan dünyasında bir görüş birliği bulunmuyor. Birbirinden sade ve güzel bu kiliseler hem lokasyonları hem de mimarileri ve tabi hikayeleri ile son derece etkileyiciydi.
- Gezimizin benim için ilginç duraklarından biri de Condom ve Auch oldu. Gençlik yıllarımda büyük bir zevkle okuduğum Üç Silahşörler, burada heykeller olarak karşıma çıkıverdi. Alexander Dumas’nın bu ünlü karakterlerinin hayal mahsülü olduğunu zannederken, gerçekten yaşamış olduklarını ne yalan söyleyeyim bu gezide öğrendim. Athos, Portos, Aramis ve D’artagnan’ın bu şirin kasabadaki şahane heykelleri hem anılarını yaşatıyor hem de gerçek olduklarını tüm ziyaretcilere hatırlatıyor.
- Şarap ve bira dışında içkilerle pek aram olmamasına rağmen Armangac üretimini izleyip, tadımını yapacağımızı öğrenince meraklandım. Fransızların en eski “eau-de-vie” yani “yaşam suyu” sayılan Armangac, son derece prestijli ve geleneksel bir Fransız içkisi. Kendi içkilerini Congac'tan daha sofistike bulan Armangac üreticileri, bunu büyük bir gururla anlatıyorlar. Nesillerdir süren bu üretim, son derece ince ve detaylı bir süreci gerektiriyor. Çoğu üretici, dedelerinin atölyelerinde daha yeni teknolojilere geçerek üretimi sürdürüyorlar. Ve bunu öyle bir gurur ve sevgi ile anlatıyorlar ki, insan yapılan işe de ürüne de gerçekten hayranlık duyuyor.
- Dediğim gibi şarap ve bira dışında pek de zengin olmayan içki kültürüm bu gezide gerçekten tavan yaptı. Bir gün sabah 11'de Armangac tadımı yaparken ertesi gün sabah saatlerinde kendimizi Pouses Rapiere tadarken bulduk. Şampanya ile Armangac likörü karışımından hazırlanan bu içki, gerçekten tattığım en güzel kokteyllerden biriydi. Sabah 11'de ikinci bardağı isteyecek kadar hoşuma gitti. Yüzyıllardan beri yerleşim yeri olan bu bölgede kokteyli tanıtmak için Chateau Monluc bize ev sahipliği yaptı. Bölgeyi ve şatoyu bize anlatan, şimdi ise Pousse Rapiere üretimi yapan ev sahibi, derin tarih bilgisi ve zevkli anlatımı ile hepimizin kalbini kazandı. Şahane manzaralı ve bahçeli şatoda, bu alçakgönüllü mösyöyü dinlerken daha ne çok fırın ekmek yememiz gerektiğini düşündüm.
- Fransızların müthiş bir kültür ve tarih birikimleri var ve bunu çok güzel paketleyip sunuyorlar. Ayrıca turizm konusunda devletin çok iyi koordinasyonla çalışan turizm ofisleri var. Büyük şehirlerden küçük köylere kadar heryerde bulunan bu ofisler, bence Fransa turizminin kilit noktası. Rendez Vous en France Fuarı'nın en büyük hazinelerinden biri de bu turizm ofisleri. Son derece bilgili, yetkili ve yardımcı bu ofisler, turizmcilerin önemli kaynaklarından biri. Özetlemek gerekirse Fransa, dünyanın en çok turist çeken ülkesi. 2011 yılında yıllık ziyaret eden 79.5 milyon turistle, en yakınındaki ABD'ye bile büyük fark atıyor ve bu bir tesadüf değil.