Müziğe Milano'da Kulak Verin

Gece geç saatte gelen telefonları hiç sevmem. Genellikle iyi bir şey değildir... Ya işle ilgili bir aksilik olmuştur, ya da sağlıkla ilgili kötü bir haber gelir. 

 

YAZAN: ERGUN GÜMRAH

Gece geç saatte gelen telefonları hiç sevmem. Genellikle iyi bir şey değildir... Ya işle ilgili bir aksilik olmuştur, ya da sağlıkla ilgili kötü bir haber gelir. En iyi ihtimalle kafayı çeken bir arkadaş “Keşke sen de burada olsaydın!” diye söze başlar ve insanın aklını karıştırıp, aile saadetini bozar!

Bu kez gelen telefon da akıl karıştırıcıydı ama yanıtlamam sadece iki saniye sürdü. “La Scala’da Verdi’nin ilk operası OBERTO'yu seyretmeye gidiyoruz. Modern yorumu ile yeniden sahneye konmuş ve premiere bilet buldum. Evet diyorsan satın al butonunu tıklıyorum...“ Tabii ki hiç tereddütsüz evet dedim. Arayan Manajans JVT’nin Başkanı Tuğbay Bilbay’dı. Orada olacağımız 48 saati dakika dakika planlamıştı. Tuğbay’ın sayesinde yollarda hiç zaman kaybetmeden güzel müzikler ve harika yemeklerle geçen bir “48 saat” oldu bizimkisi...

Zamanımızın büyük çoğunluğunu Duomo Di Milano denilen, Katedral merkezinde geçirdik. Meydana adını veren Duomo, gotik tarzda yapılmış dünyadaki en büyük kilise. İçine girdiğinizde sizi tütsü ve mum kokusuyla birlikte müthiş bir ihtişam karşılıyor. Hemen kilisenin yanında yine dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri var. Galleria Vittorio Emanuele II, içinde restaurantların da olduğu etkileyici bir yapı. Konser çıkışı da yemeğe buraya gelmeye karar veriyoruz. Tuğbay Milano’yu iyi bilen arkadaşlarından bir restaurant önerisi almış “Onu mutlaka bulmalıyız” diyor. Meydana yürüyerek 20 dakika mesafedeki restaurantı biraz arayarak buluyoruz. İyi ki aramışız; NERONA DIECI TRATTTORIA’da yediğim yemeği hayatım boyunca unutmayacağımı söyleyebilirim. Akşam üzeri otelde bir iki saat dinlendikten sonra siyahlarımızı giyip, bir de abartarak papyon takıp, tekrar kent merkezinin yolunu tutuyoruz. Şimdi proseco zamanı. Galleria Vittorio Emanuele II.’nin dış cephesinde bir kafeye oturarak prosecoları söyleyip gelene geçene bakıyoruz. Erkekler de kadınlar da, bakımlı ve şıklar.

1

Sonra 5 dakikalık yürüme mesafesindeki La Scala’nın kapısından giriyoruz. İşte burası Verdi’nin ve Pavarotti’nin, belki daha kimbilir kimlerin ıslıklandığı, alkışlandığı, Verdi’nin uzun süre küstüğü, operanın en önemli tapınaklarından birisi. Sanatçıları kadar başarıları ödüllendiren, başarısızlıkları affetmeyen seyircisi de ünlü. Burada sanatın çıtası oldukça yukarıda.

Beyaz eldivenli yer göstericiler ellerinde 2 cm kalınlığında konser kitapçıkları ile kapıda bizi karşılıyor. İçeride birbirinden şık kadın ve erkekler. Salona girince koyu kırmızı kadife perdelerin süslediği altı katlı localara bakıyoruz. Krem rengi duvarların önemli bölümü varak altın süslemelerle bezenmiş. Tam bir barok atmosfer. Tabii ki bir bakışta buranın akustik bakımdan mükemmel olduğunu anlamak mümkün. Bizden başka papyon takan yok galiba derken, yanlız olmadığımızı görüp seviniyoruz. Takım elbise ile bile terletmeyen havalandırma sistemi ve son derece rahat koltuklar. Her koltuğun arkasında da birkaç dilde, oynayan operanın librettosu.

Bu yıl Avrupa müzik tarihinde iki önemli bestecinin; Verdi ve Wagner’in 200.’üncü doğum yıldönümleri. Bu nedenle çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Verdi’nin ilk yazdığı opera olan OBERTO ilk kez 1839’da yine bu salonda sahnelenmiş. Biz 174 yıl sonra modern yorumunun ilk gösteriminde yine bu salondayız. Bunu düşününce insanın karnında kelebekler geziniyor; müzik tarihi için de bizim kişisel tarihimiz için de önemli bir gece.

Riccardo Frizza’nın modernleştirerek yeniden sahneye koyduğu OBERTO’nun dekoru sade sayılabilir ama kullanımı çok başarılı. Sahne arkasındaki teknik altyapının mükemmeliği belli oluyor. Orkestranın sesi ilk notadan itibaren bizi kendine esir ediyor. Adeta evde iyi bir sistemden plak dinler gibi çalıyorlar. Teknik ve sanatsal olarak çok başarılılar. Her şeyiyle büyüleyici bir atmosfer. Tuğbay'a süpersin diyorum, iyi ki bir geceliğine de olsa geldik.

İki perde arasında bir kadeh şampanya veya şarap içmek de bu müthiş ritüelin bir parçası. Biz de tabii ki geleneğe uyup, flüt kadehte şampanyalarımızı içip, çıkışta da 1867’de kurulmuş SAVINI restauranta giderek gecenin finalini yapıyoruz.

Ertesi gün havaalanına giderken damağımızda Milano lezzetleri, zihnimizde akşamki müthiş konser, ilk fırsatta yeniden gelelim diyoruz. Eşlerimizi de alarak, ilk fırsatta...

2

 

Cookies allow us to offer our https://jabiroo.com/ website and our services more effectively. For more information about cookies, you can visit our Cookie Policy.