Sunay Babahan
Her yıl katıldığım ve katılmaktan büyük zevk aldığım Rendez Vous en France Fuar’ı seyahatimi bu sene Paris’te noktaladım. Fransa seyahatinin son gününde Paris’in klasik bistrolarından Chez Andre’de keyifli bir sohbet eşliğinde şarabımı yudumlayıp, etimin tadını çıkarırken, yemek yediğim arkadaşımla Fransa’yı ne kadar sevdiğimiz konusunda hemfikirdik. Ben ona Carcassonne’da başlayan ve Montpellier’de devam eden seyahatimin detaylarını anlatırken o da Provence’a yerleşip Luberon’da küçük bir otel açma planlarını benimle paylaşıyordu. Kıskanmadım desem yalan olur!
Her zaman söylerim Fransızların müthiş bir kültür ve tarih birikimleri var ve bunu çok güzel paketleyip sunuyorlar. Turizm ofisleri çok organize ve çok iyi koordinasyonla çalışıyor. Büyük şehirlerden küçük köylere kadar her yerde bulunan bu ofisler, bence Fransa turizminin kilit noktası. Bu sene Montpellier’de yapılan fuar öncesinde bir türlü fırsat bulup gidemediğim Carcassone’u ziyaret etmeye karar verdim ve tabii ki imdadıma Carcassonne Tourism Board yetişti. Bana her yeri görebileceğim yoğun ve çok güzel iki günlük bir program hazırladılar. Bana da keyifle gidip keşfetmek kaldı.
Air France ile Paris aktarmalı Montpellier’e vardıktan sonra trenle Carcassonne’a ulaşmam 1.5 saat sürdü. Sonrasında fuar için Montpeliller’ye geçeceğim için bu şekilde gitmeyi tercih etsem de Carcassonne’a ulaşmanın en kolay yolu direkt THY uçuşları ile Toulouse’e gidip oradan 1 saatlik bir tren ya da araba yolculuğu ile Carcassonne’a geçmek. Gidişte ya da dönüşte bir ya da iki günü mutlaka canlı, sıcak ve sempatik Toulouse’da geçirmenizi kesinlikle öneririm.
Size özel bir Carcassonne seyahat tasarımı satın almak için tıklayınız!
Carcassonne, ville haute (yukarı şehir) ile ville basse (aşağı şehir)’den oluşuyor. Yukarı şehrin mimari görkemi daha ilk andan insanı müthiş etkilerken, aşağı şehir sakin, abartısız hatta biraz bakımsız bir güney Fransa kasabası olarak fazla dikkat çekici değil. Turist olarak tabii ki konaklama tercihim ville haute yani yukarı şehir oluyor. İndiğim küçük tren istasyonundan tarihi şehre ulaşmak en fazla 5-10 dakika sürüyor. Araç beni tarihi şehrin girişindeki otoparkta bırakıyor. Tam bir kale şehir görünümündeki Carcassonne’da tarihi şehre araba ile giriş yasak. Oteller sizi ve valizlerinizi küçük özel araçları ile otoparktan alıyorlar. Yolda şehrin adının nerden geldiğini soruyorum, anlatılan hikaye şöyle: Rivayete göre, Kral Şarlman bu şehri kuşattığında Müslüman olan şehrin yöneticisi Bayan Carcas liderliğinde büyük bir direnişle karşılanmış ve şehri fethetmekten vazgeçerek geri dönmüş. Bayan Carcas bu zaferi Fransızca sonner denilen trampet çaldırarak kutlamış. Ondan sonra şehrin adı Carcassonne (Carcas + Sonner) olmuş. Ancak gerçek tarihi inceleyince hikâyenin aslının pek de böyle olmadığı anlaşılıyor.
Carcassonne ilk olarak Romalıların MÖ 100 yılında bu tepeyi kale olarak çevirip Julia Carcoso’nun kolonisi yapmaları ile diktat çekiyor. Daha sonra kaleyi ele geçiren ve 453’e kadar tutan Visigot Kralı Thedoric buraya daha fazla kale duvarı inşa ederek şehri büyütüyor. 725 yılında Barselona’dan gelen Müslüman kabileler Carcassonne’u ele geçiriyor ancak Kral Pepin bunları çıkarmayı başararak tüm güney Fransa’yı alıyor. Daha sonraki yüzyıllarda Albi Viskontu, Oksitan Katarları ve Fransa Krallığı pek çok el değiştiren ve fiziksel olarak büyüyen Carcassonne 1659 da Rousillion Prensliği’ne geçtikten sonra askeri önemini yitiriyor. 20. yüzyılda mimar Eugene Viollet le Duc tarafından onarılan şehrin merkezi bölgesi (ville), 1997 yılında Ville fortifiée historique de Carcassonne adıyla Unesco Dünya Mirasları listesine ekleniyor.
Yukarı şehrin tam göbeğindeki rahat ve konforlu otelim Don Jon’a yerleştikten sonra tarihi şehrin sevimli sokaklarını keşfe çıkıyorum. Hediyelik eşya satan turistik mağazalarla dolu labirent gibi sokaklar sezon olmamasına rağmen oldukça kalabalık. Küçük şirin kafeler, restoranlar, krep dükkanları güneşi yakalamış tadını çıkaran turistlerle dolu. Hediyelik eşya dükkanları çocuklar için tam bir cennet. Kılıçlar, kalkanlar, sapanlar, ortaçağ şövalye kostümleri ve kitaplarının pek çok çeşidi satılıyor. Arnavut kaldırımlı sokakların arasında tur atarken ara ara kale surlarının aralarından manzaraya bakmayı da ihmal etmiyorum. Her bir yöne şahane manzaralar uzanıyor. Öğle yemeği için durağım Don Jon Bistro. Buraya gelip geleneksel yemekleri cassulet yemeden olmaz tabii ki. Temel malzemesi fasulye olan ve biraz bizim kuru fasulyeyi andıran bu yemeğin içinde yok yok.
Yemeğin ardından yapacağım kanal turu için yukarı şehirden aşağı şehre yürümeye karar veriyorum. Güzel manzaralar eşliğinde yokuş aşağı yürürken turistik kalabalıklar yavaş yavaş azalıyor. Daha sakin, kendi halinde hatta biraz eski yüzlü bir kasabaya dönüşüyor. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından kanal kıyısına ulaşıyorum. Aşağıdan bakınca eski şehrin görkemi ve güzelliği daha bir ortaya çıkıyor. Yaklaşık 1.5 saatlik kanal turu bölgedeki popüler aktivitelerden biri. Baharın tam gelmemesi nedeniyle kanal civarındaki ağaçlar yeterince serpilip güzelleşememiş olsa da kanal turu çevreyi görmek için sakin ve hoş bir seçenek. Garonne Nehri’ni Akdeniz’e birleştiren bu kanal 193 km uzunluğunda. Avrupa’nın en eski kanallarından biri olan Canal du Midi, aynı zamanda Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor.
Carcassonne’daki ikinci günümde sabah uyanır uyanmaz kendimi pencereye atıyorum çünkü seyahatte en sevdiğim şeylerden biri yeni bir yerde uyanıp pencereden hayatın akışını izlemek. Gördüğüm manzara kendimi bir masal dünyasında gibi hissettiriyor. Kale duvarları, kuleler, Arnavut kaldırımlı yollar ve minik cafeler. Bir şövalye, atıyla geçiverse pek şaşırmayacağım nerdeyse…
Kahvaltının ardından sabah kahvesi için tercihim, şehrin 5 yıldızlı en güzel tarihi oteli Hotel de la Cite’nin şahane bahçesi. Eski şehrin tam göbeğinden heybetli bir şekilde aşağı bakan bahçeler insana hangi yüzyılda olduğunu kolayca unutturuyor. Keyifli ve pahalı birkaç gün geçirmek için Hotel de la Cite çok iyi bir seçenek. Hemen ardından ziyaret ettiğim Hotel du Pont Levis ise daha uygun bütçeliler için süper bir alternatif. Son dönemlerde gördüğüm en zevkli ve hoş butik otellerden biri diyebilirim. 12 odası birbirinden tasarım ve renkli mobilyalarla döşenmiş, son derece sempatik bir bahçesi ve havuzu ile hemen eski şehrin çıkışında yer alıyor.
Akşam yemeğimi yemek için yine eski şehirde kalmayı tercih ediyorum. Otelimin hemen yakınındaki Comte Roger’de şarabımı yudumlayıp lezzetli yemeklerimi yerken 10 yaşındaki oğlumla birlikte en kısa sürede buraya dönmenin planlarını yapıyordum. Özellikle yaz aylarında yapılan şövalye gösterileri, ortaçağ atmosferi, güneylilerin sıcak tavırları ve başka bir yüzyıldan kalma ruhu ile çocuklu aileler için ne kadar güzel bir seçenek olduğunu düşünüyorum.