Yazan: Sunay Babahan
Uzun yıllardan beri yılbaşı kutlamaları benim için tam anlamıyla zoraki ve sevimsiz bir aktivite haline geldi. Eğlenmeliyim şartlanması ile gittiğim ev partilerinden, lüzumsuz paralar vererek sürüklendiğim eğlence yerlerine kadar hiçbir yerde iyi vakit geçiremez oldum. Hatta kendimi, “31 Aralık öğlen yatsam da 1 Ocak öğlen uyansam” diye düşünürken bulmuşluğum bile var.
İstanbul’un sıcak, rutubet ve kalabalıkla beni bunalttığı yaz günlerinden birinde gördüğüm “bembeyaz karlarla kaplı, geyikler ve kütük evlerle süslü bir resim” bende bir ışık yaktı ve hemen kararımı verdim, “yılbaşını Lapland’de geçirmeliyim”. Böylece hem çok istediğim bir destinasyonu görebilmek hem de yılbaşı eziyetinden kurtulmak için mükemmel bir plan yapmış olacaktım.
Christmas ve yeni yıl döneminin ne kadar yoğun olduğunu bildiğimden daha Ağustos ayından otel rezervasyonlarımızı yaptırdım. Aylar öncesinden yılbaşı planı yapmış olmam pek çok arkadaşıma komik ve anlamsız gelse de yılbaşı yaklaşırken ne yapacağını bilmez şekilde kıvrananları görünce ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım.
Ve 29 Aralık tarihinde aylar öncesinden planlanan seyahatimizi yapmak üzere çoluk çocuk yola çıktık. Lapland, İsveç ve Finlandiya’nın kutup dairesi içinde kalan bölgesine verilen isim. Bu bölgeyi ziyaret etmek için her iki ülkenin bu bölge içinde yer alan kasaba ve otellerinden birini tercih edebiliyorsunuz. Bizim tercihimiz Finlandiya ve Hotel Kakslauttenen oldu. Hem turistik kalabalıklardan uzak olması hem de farklı konaklama alternatifleri bulunması burayı tercih etmemizin nedeniydi. Finlandiya hakkında soğuk iklimli ve medeni bir ülke olmasının dışında ne biliyorum diye düşününce aklıma şunlar geldi: dünyanın en iyi eğitim sistemine ve en yozlaşmamış hükümetine sahip olması, çok fazla kahve tüketmeleri ve çok fazla saunaya sahip olmaları...
İstanbul’dan yaklaşık üç saatlik bir uçuşun ardından ilk durağımız Helsinki’ydi. Saat farkı olmayan bu şehre -19 derece soğukta ve karlar içinde inince biraz panik olduğumuzu itiraf etmeliyim. Daha güneyde kalan ilk durağımızda bile hava böyleyse Lapland ne kadar soğuk olabilirdi? Bu durumu kafamıza fazla takmamaya çalışarak, önce otelimiz Klaus K’ye yerleştik ve ardından akşamüzeri saat 15.00’da kararan hava eşliğinde şehirde dolaştık. Buz tutan körfezin şahane görüntüsü, soğuğa rağmen cıvıl cıvıl sokaklarıyla son derece sempatik bir şehir Helsinki. Christmas ve yılbaşı nedeniyle süslenmiş sokaklarda dolaşan insanlar, havanın soğukluğundan ve erken bastıran karanlıktan hiç etkilenmeyerek hayatlarını sürdürüyorlar. Bizim çocukların da soğuktan hiçbir şikâyeti olmadığı gibi pırıl pırıl bembeyaz karlarda koşturup kartopu oynamaktan son derece memnun oldular.
Norra Espaneden Caddesi, paralelindeki Aleksanderinkatu ve bunu kesen Kluuvikatu, Fabiansgatan, Unioninkatu, Mikonkatu caddeleri arasında pek çok mağaza, restoran, kafe bulunuyor. Finlandiya’nın dünyaya açılan en ünlü markası Marimekko da burada. Biz, soğukta ısınmak amacıyla kahvemizi son derece şık ve hoş bir binada konumlanan hafif Çarlık Rusya dönemi görünümlü Kappeli Esplanadi’de içmeyi tercih ettik. Akşam yemeğimizi de otelimizin sempatik İtalyan lokantası Toscanini’de yedik.
Ertesi gün sabah erken saatlerde, lapa lapa yağan kar eşliğinde havaalanına doğru ilerlerken kar yağışının hayatı hiç etkilemediğini ve aksatmadığını görmek ilginçti. Helsinki’nin son derece temiz, modern ve sempatik havaalanında uçağımızı beklerken en çok çocuklar eğlendi. Angry Birds mağazasını keşfedince buradan çıkmak bilmediler ve bu karakterlerin Finlandiya’ya ait olduğunu ögrenince çok şaşırdılar. Tipi şeklinde yağan kara rağmen uçağımız vaktinde kalktı ve yaklaşık iki saatlik bir yolculuğun ardından aynı yoğunlukta kar yağışı ile Ivalo havaalanına indik. Daha camdan bakarken bambaşka bir dünyaya geldiğimiz belli oluyordu. Uçsuz bucaksız bir orman ve sonsuz bir kar beyazlığı uzanıyordu altımızda. Bu arada bir önceki gün -19 olan hava sıcaklığı bugün daha kuzeyde olmamıza rağmen -3 dereceye yükselmişti. Bir haftadır etkili olan soğuk hava dalgasının uzaklaştığını sevinçle öğrenmiş olduk.
Minik, ıssızlığın ortasındaki bembeyaz karlarla kaplı havaalanında bizi bekleyen otobüsümüze otelin diğer müşterileri ile birlikte bindik. Saat öğleden sonra 14.00 olmasına rağmen hava kararmaya başlamıştı bile. Yaklaşık yarım saatlik sakin, bembeyaz manzaralı bir yolun ardından otelimize ulaştık. İki büyük köyden oluşan otelin, yeni olan batı bölümünde kalıyorduk. Burası resepsiyon ve restoran binaları, igloo (eskimo evi) ve kütük evleriyle orta karar bir köy büyüklüğündeydi. Büyük bir kütük evden oluşan resepsiyon binasında check in işlemimizi yapıp köyün haritasını aldığımızda artık kütük evimize gitmek üzere hazırdık. Şapkalarımızı eldivenlerimizi takıp, valizleri kızaklara yükleyip yola koyulduk. Yaklaşık 10 dakikalık yürüme mesafesi olan yolda çocuklar bir yandan kayıp bir yandan kartopu oynadıkları için yuvarlanan valizleri toplamaya çalışmak, çocukları zapt etmek gibi nedenlerle yolu yürümemiz yarım saati buldu.
Masallardaki evleri andıran kütük evimiz salon, iki yatak odası ve iki banyodan oluşan geniş ve sıcacık bir mekândı. Kırmızı yatak örtüleri ve perdeleri, tam salonun ortasındaki şöminesi ve saunası otel odasından çok bir evde olduğunuz hissini yaşatıyordu. Eşyalarımızı yerleştirip bir şeyler yemek üzere beş dakika yürüme mesafesindeki restorana gidince çorba ve ekmek dışında bir yemek olmadığını öğrendik. Büyükler balık çorbası içerken çocuklar tereyağlı ekmekle yetinmek zorunda kaldılar. Daha tatilin başında yemek konusunun çok da başarılı olmayacağı kendini belli etmişti.
Köydeki ilk programımız Santa Turu idi. Saat gelince Santa Celebretion House’da toplanıp ünlü Santa’yı beklemeye koyulduk. Bizim çocuklar her ne kadar Santa Claus’a inanmaktan çoktan vazgeçseler de yine de kostümlü yaşlı adamı görmekten ve ondan hediye almaktan memnun oldular. Hediye ve resim çektirme seremonisinden sonra hemen arkadaki binada Santa’nın evini, elflerin atölyesini ve son olarak da geyik çiftliğini ziyaret ettik. Kalabalık olarak yapılan, biraz karmaşa halinde hatta uydurukça bir turdu. Biz pek hoşlanmasak da çocuklar iyi vakit geçirdi.
Akşam yemeğinin ardından atların çektiği kızaklarla “Aurora Hunting” turumuza çıkmaya hazırdık. Tam adıyla Aurora Boralis (kuzey ışıkları diye biliniyor) olan, güneşten solar rüzgârlarla gelen hayli yüksek oranlarda yüklü elektronların dünya atmosferindeki elementlerle etkileşime girmesiyle oluşan bu doğa harikasını görmek için tura çıkıyorduk. Hali hazırda üzerimizde olan kayak kıyafetlerinin üzerine ayrıca bir de tulum giyerken bir an bayılacağımı zannettim. Kat kat baştan aşağı hem kendimizi hem de çocukları giydirmek gerçekten son derece yorucu, bunu itiraf etmek zorundayım. Ama soğukla baş etmenin başka bir yolu da yok ne yazık ki... Atların çektiği kızaklara binip 10-15 kişilik bir grup olarak ormana doğru ilerledik. Sessiz, kalın karla kaplı ormanda atların yumuşak nal seslerini duyarak ilerlemek bambaşka bir deneyimdi. Hava biraz bulutlu olduğu için şansımızın az olduğunu söyleyen rehberimiz bir önceki hafta birkaç gece arka arkaya şahane ışıklar gördüklerini anlattı. 1.5 saatlik turumuzdan sadece güzel gece ve orman manzaraları izleyerek döndük, Aurora Hunting başarısızlıkla sonuçlandı.
Senenin son günü sabah hızlı bir kahvaltının ardından resepsiyonda rehberimizle buluştuktan sonra minibüse binerek yola çıktık. Sabah 9.00 civarı yola çıktığımızda hava tamamen karanlıktı. 10.00 civarında hafif aydınlanırken her yerin bembeyaz karlarla kaplı olmasının havayı olduğundan daha parlak ve aydınlık gösterdiğini de fark ettik. Bugün programımız Lake İnari’nin donmuş yüzeyinde balık tutmaya çalışmaktı. Yine uzun ve gayretli bir çabayla bizi soğuktan koruyacak tulumlarımız ve kasklarımız giyildi. Snowmobile’in (kar arabası) çektiği kızağımızla ilerlerken uçsuz bucaksız kalın bir buz yüzeyinde olduğumuzu bilmek son derece ilginçti. Gölün tam ortalarında, önceden açılıp ağ atılan bölümden ağlar maalesef boş çıktı. Biraz daha kıyıya yakın bir yüzeye ilerleyip bu kez deliklerimizi kendimiz açtık. Uzun, özel bir demir çubukla yaklaşık 50 cm kalınlığındaki buzu delmek eğlenceliydi. Oltalarla balık tutma konusunda yine bir sonuç alınamadı ne yazık ki. Öğlen saatlerinde rehberimiz kıyıdaki kulübenin kıyısında ateş yakıp çorbalarımızı ve kahve suyumuzu ısıttı. Donmuş gölün kıyısında bembeyaz kaplanmış toprakta alevler hem bedenimizi hem de ruhumuzu ısıtırken yediğimiz içtiğimiz her şey son derece lezzetli geldi. Civardaki kilise turu ve ormandaki uzun turların, doyumsuz manzaraların ardından Sami müzesini gezerek gezimizi bitirdik.
Gün boyunca doğanın ve güzelliklerin içine öyle bir dalmıştık ki gecenin yılbaşı olduğunu ancak otele dönünce idrak edebildik. Yıkanıp giyinip hazırlandıktan sonra ön kutlamayı “log cabin”de yapmaya karar verdik. Şöminemizi yakıp restorandan şarap ve ekstra odun aldıktan sonra Hansel ile Gretel’in evine benzeyen kabinimizde çoluk çocuk ısınıp sohbet ettik. Gecemiz restorandaki yemekle devam etti. Saat 12.00’a yaklaşırken şampanyalar açıldı ve restoranın önündeki meydanda toplandık. Dünyanın bir ucunda, ıssızlığın ortasındaki bir otelde bin bir çeşit insan buluşmuştu. Çocuklar bir yandan kızakla kayıp, karlarda yuvarlanırken bir yandan da şampanya bardağında elma suyu içmeyi ihmal etmiyorlardı. O kadar farklı bir atmosferde ve hoş bir ruh halindeydik ki ancak havai fişek gösterisinin başlamasıyla yeni yıla girdiğimizi anladık.
Yeni yılın ilk günü gezimizin de en hoş aktivitelerinden biri olan geyik turu ile başladı. Dünyanın ilk insanları olarak kabul edilen Samilerden olan rehberimiz geleneksel elbiselerini giymiş bir şekilde bizi otelden alıp, kendi geyik çiftliğine götürdü. Masal diyarını andıran köyde birbirine uzak karlarla kaplı birkaç ev ve biraz ilerisinde uslu, çekingen bir şekilde bekleyen geyikler vardı. Çocuklar geyikleri sevmek için çok heyecanlanıp heveslenseler de bir tanesi hariç hepsi son derece çekingen ve ürkek olduğu için sevemediler. Görkemli boynuzları olmasa zayıf birer ineğe benzeyen bu dünya güzeli hayvanlar bulundukları doğaya o kadar yakışıyorlardı ki kendimizi bir masalın içinde sandık. Her bir kızağa iki kişi oturup, kürklere sarınarak yola koyulduk. Karların ağırlığından sarkmış dalların altından geyik zillerinin şıngırtıları ile tatlı bir yolculuk başladı. O kadar huzurlu, o kadar güzel bir yolculuktu ki yarım saat sonra bitince rüyadan uyanmış gibi olduk. Sami rehberimiz bizi büyük çadırın içine bir şeyler yiyip içmeye davet etti. Ortada yanan ateşte çocuklar pancake yaparken biz de hem rehberi dinledik hem de lezzetli berry çayımızı içtik. Turumuz rehberimizin çalış söylediği Sami şarkıları ile sona erdi.
Otelde birkaç saatlik dinlenme ve her zamanki gibi tatsız bir yemekten sonra öğleden sonra Husky (Sibirya kurdu) kızak turumuz için hazırdık. Yine minibüsle hemen yakınlardaki husky çiftliğine gidip tulumlarımızı giydik. Daha sonra, rehberler bizi bir araya toplayıp turun nasıl olacağı konusunda bilgi verdi. Bir kişi kızağı kullanacak bir kişi önde oturacak, 6 tane husky de kızağı çekecek ve tüm grup birbirimizi takip ederek ilerleyecektik. Rehberler de snowmobillerle kontrol edeceklerdi. Ben kullanan değil oturan olmayı tercih ettim ve tüm grup köpeklerin bulunduğu bölüme geçip kızaklarımıza yerleştik. Saat 14.30 civarında turumuz başladığında hava kararmak üzereydi. İlerleyip ormana geçtiğimizde ise ay doğmuş, gökyüzünün rengi tam bir gece mavisine dönmüştü. Köpeklerin sesleriyle ilerlediğimiz orman, renkten renge şekilden şekle bürünürken insan kendini başka bir gezegende gibi hissediyordu. Hiç alışık olmadığımız renkler, doğa ve sessizlik. Yaklaşık bir saat boyunca ormanda kimi zaman hızlı kimi zaman da yavaş ilerledik. Başladığımız noktaya dönerken hava iyice kararmış, biz de oldukça yorulmuştuk. Kızakları park ettikten sonra bu sevimli ve insan canlısı köpekleri sevmek son derece hoştu. Daha sonra, arkadaki çadırda toplanıp çaylarımızı içip ısınırken birkaç bebek köpeği de sevmemiz için yanımıza bıraktılar.
Son akşam bir yandan kış masalımız bitti diye üzülürken İgloo odalara geçiyor oluşumuzdan son derece mutlu ve heyecanlıydık. Valizlerin tümünü kapatıp resepsiyona bıraktıktan sonra, sadece en gerekli eşyaları ayırdığımız bir küçük valizle bu ilginç otel odasını geçtik. Kocaman cam bir fanus şeklindeki oda sandığımızdan çok daha genişti. Geniş İglolarda duş ve tuvalet bile mevcuttu. Yerleşip pijamalar giyildikten ve karşılıklı iglolardan el sallandıktan sonra ışıklar kapandı ve gerçek keyif başladı. Tamamen cam bir tavandan geceyi izlemek hiç yaşamadığımız bir deneyimdi. Acaba aurora da görür müyüz diye heveslendiysek de maalesef umutsuzca bekleyişin ardından günün yorgunluğuyla sızıp kaldık.
Sabah erken saatlerde igloo odamızı ve oteli terk ederken hepimizin içi buruktu. Kış masalımız bitmiş, gerçek dünyaya dönüyorduk. Bembeyaz karlarla kaplı Lapland üzerinden uçağımız yükselirken çocuklar “keşke daha çok kalsaydık” diye mızmızlanırken, biz büyükler “kuzey ışıklarını görebilmek için tekrar gelmeliyiz” konuşmaları yapıyorduk.