Luxuryshoppers kurucu ortakları Ezgi Apa ve Lian Beraha’nın seyahat hikayelerine ortak olduk, deneyimlerini onlardan dinledik. Jabiroo ile gezen, yeni destinasyonlar deneyimleyen Apa ve Beraha en güzel seyahat anılarını anlattı. Moda, stil, sanat ve müzik alanında öneri, paylaşım ve röportajlarla bize ilham olan Ezgi Apa ve Lian Beraha ile Jabiroo için yaptığımız söyleşinin size de yeni ufuklar açmasını ümit ediyoruz…
Ezgi Apa
Bugüne kadar çıktığınız en güzel seyahat hangisiydi ve neden?
Kalabalık ailemizle (Eşim, ben, üç çocuğumuz ve anne-babalarımız ile) çıktığım uzun seyahatler hep en yorucu, en dolu dolu geçen ama en keyifli ve akılda kalanları oluyor. İngiliz komedileri gibi geçiyor günler bir araya geldiğimizde. Hepsi ayrı bir macera oluyor. En güzeli ise ne olursa olsun çok gülüyor olmamız.
Bir seyahatte yanınızda olmazsa olmazlarınız nelerdir?
İlaç çantam( çocuklardan sonra gelişen bir alışkanlık:)), en az iki kitap ( biri yoko ono- grapefruit – bu aralar hayallere dalmak için okuyorum) ve bir defter ve kalem mutlaka çantamda oluyor.
Sizce stil sahibi bir seyyahın valizinde olması gerekenler neler?
Yerine göre ve rahat olmak önceliğim seyahatlerde, ne kadar basit ve az o kadar iyi. Seyahat için valiz yaparken tek dikkat ettiğim gideceğim yerin ambiyansına uygun olması. Örneğin kısa bir Yunan adası seyahati ise yanıma en rahat ve çok amaçlı olduğunu düşündüğüm beyaz kıyafetlerimi ve yerine uygun abartılı aksesuarlarımı alabilirim. Gittiğim yere göre bir şapka, bir yelpaze, bir çiçek gibi farklı aksesuarları yanıma almayı seviyorum. Bu kombinlerin en keyifli tarafı ise döndüğümde o parçaları her gördüğümde o yolculuğuma gidiyor olmam yeniden.
Seyahatlerinizden aklınızda kalan en stil sahibi otel ve en iyi restoran hangisi?
Hotel Colombe d 'Or- St Paul de Vence. Hem oteli hem de restoranı aklıma kazındı.
Unutamadığınız bir seyahat anını atmosferiyle, kendi stilinizle gözümüzde canlanacak şekilde anlatır mısınız? Neredesiniz? Ne giyiyorsunuz? Ne içiyorsunuz? Ne izliyorsunuz?
Jabiroo ile en son gittiğim Toskana seyahati.... Eşimle sokaklarda kaybolduğumuz, doğanın nefes kesen güzelliği ve şarabın hafif sarhoşluğunun tesiriyle rüyada gibi geçen bir seyahatti. Siyah beyaz puantiyeli uzun elbisem, sokakta bir satıcıdan aldığım palio takımlarından birinin eşarbı ve düz sandaletlerim ile önce sokaklarda Palio takımlarının coşkulu kutlamalarına katılıp, rastgele alışveriş yapıp, 3 saat süren enfes bir öğlen yemeğinden sonra meydanda yerlerimizi alıp heyecanla yarışı bekliyoruz. Etrafımızda taraftarlar, marşlar söyleniyor, ortaçağ kıyafetleriyle takımlar şovlarını sergiliyor, müthiş bir neşe içinde tüm meydan, pistin kumu saçlarımıza karışıyor, başka bir zaman dilimindeyiz sanki. Zaman burada durabilir.
Lian Beraha
Bugüne kadar çıktığınız en güzel seyahat hangisiydi ve neden?
Chiang Rai Anantara The Elephant Camp, sanırım en büyüleyici olandı. Her gün bambaşka bir kültüre, hayat felsefine uyanmak… Müthiş güçlü duran ama aynı zamanda bir o kadar narin olan fillerle her gün beraber olmak, onlarla iletişim kurabilmek, saatlerce üzerlerinde ormanda gezip gölde beraber yıkanmak ve oyunlarını izlemek inanılmaz bir deneyimdi… Gezmek bir yana, “birçok şey öğrendim” diyebildiğim bir seyahat oldu... Tüm hisleri bir arada yaşadım; hep çok heyecanlı, hep yeniydi gördüklerim. Birçok şeyi ilk defa deneyimlerken bir yandan da sanki hep orada yaşamış gibi hissetmek…
Bir seyahatte yanınızda olmazsa olmazlarınız nelerdir?
Kitap, güneş gözlüğü, beyaz tişört ve kot pantolon.
Sizce stil sahibi bir seyyahın valizinde olması gerekenler neler?
Bence seyahatlerde rahatlık ve şıklık bir arada olmalı. Beyaz gömlek veya tişört, kot pantolon, güneş gözlüğü, fotoğraf makinesi, yazın rahat sandaletler, şapka eşarp ve deri eskimiş bir seyahat valizi veya el çantası… Kışın ise düz bilekte botlar ve deri ceket…
Seyahatlerinizden aklınızda kalan en stil sahibi otel ve en iyi restoran hangisi?
Palazzo Margherita… Francis Coppola’nın muazzam bir oteli Palazzo Margherita ve büyüleyici bahçesi var, özellikle gece ışıklarında yemek yemek o kadar güzel ki… Arka bahçede el fenerleriyle, ağaca asılan ışıklar mumlarla süslenip herkesin beraber yediği büyülü akşam yemeklerini unutamam. Her gün farklı bir menü ile en güzel yemekleri burada yediğimi söyleyebilirim.
Gündüzleri mutfağa girip oradaki İtalyan aşçıdan yemek tarifleri öğrenmek de mümkün bu arada. Otelin etrafındaki peyzajıyla huzur veren bir havuzu var, geceleri ise elinde içkisiyle yıldızları seyreden de var, meşhur salonunda avizenin kaldırıp devasa perdenin indiği ve Francis Coppola’nın filmlerinin seyredildiği geceler de… Otelin içerisinde de bulunduğu bölgede de herkes çok candan ve sıcak. Otelin olduğu köy minicik, bisikletle yarım saatte gezebilirsiniz.
Köy o kadar sakin ki bisikletle geçerken köy kahvesinde dışarıda sandalyelerini daire şeklinde dizip sohbet eden yaşlı amcalar ayağa kalkıp arkanızdan bir bakıyorlar kim geçiyor diye. Yolların etrafı bağlarla dolu, burada kalırken şarap tadımına gitmek mümkün. Şarap tadımı için butik şarap evlerini seçmek lazım böylece birebir bir bağ sahibinin evinde karısının hazırladığı reçel peynir ve aperatiflerle tadım yapma, bağlarda gezip üzümleri toplayan kadınlarla konuşma, güzel hikâyeleri dinleme şansını yakalıyorsunuz.
Unutamadığınız bir seyahat anını atmosferiyle, kendi stilinizle gözümüzde canlanacak şekilde anlatır mısınız? Neredesiniz? Ne giyiyorsunuz? Ne içiyorsunuz? Ne izliyorsunuz?
Sabah gün doğarken muhteşem bir sonsuzluğa uyanıyorum, gökyüzünde doğadaki her renk var! Önüm sonsuz orman manzarasına bakıyor, yoga yapıyorum ve güneşi selamlıyorum önce. Hava oldukça sıcak. Sonra onunla tanışıyoruz, benden çok büyük kendisi, başımı göklere kaldırıyorum ama yine de yetişemiyorum ona. Başta biraz ürküyorum; beni bir ayağıyla oracıkta ezmesinden değil de çıplak ayaklarımla onun tenine bastığımda kulağını çekerek boynuna çıktığımda onu incitebileceğimden korkuyorum bu heybetli, güçlü ve bir o kadar da narin olan bu varlığı. Teni çok sıcak ve sert, incecik şalvarımdan hissedebiliyorum sert tüylerini, ayaklarım çıplak. Üzerimdeki ince keten gömleğim ıslanmış. Beraber hareket ediyoruz ağır ve güçlü adımlarla. Bir elimde bamboo çubuklar var, yolda giderken acıkırsa hortumunu uzatıp istiyor ben de tek tek uzatıyorum ona yavaşça… Çok acıkıyor... Diğer elim ise hep onunla…
Yol boyunca dua ediyorum ne yapacağımı bilmediğim bir andayım ve o anlarda her şey çok hızlı hayatımda, teşekkür ediyorum bu güzel varlığa, o kadar sakin ve bilge ve sessizlikte anlatıyor her şeyi… Durmayı, etrafıma detaylı bakmayı öğreniyorum. 2,5 saat güneşin altında gidiyoruz, sonra göle varıyoruz, birden suyun içinde buluyorum kendimi, fillerin nefes almadan suyun altında durabildiğini bilmiyordum –işte o zaman öğreniyorum! Hala gölün üzerindeyiz, beni hiç bırakmıyor, üzerinden atmayı aklına bile getirmiyor. Sadece suyun tadını çıkarıyor, bir anda suyun altında kaybolup sonra tekrar ortaya çıkıyor ve hortumuyla her yeri suluyor, oyun oynuyor adeta. Onu ellerimle yıkıyorum, başını ıslatıp onu seviyorum. O anlarda ben de mutluluktan uçuyorum. Birbirimizi tanıyoruz, tanıdıkça birbirimize güveniyoruz. Sevgiyle bağlanıyoruz birbirimize. Zaman geçtikçe ondan ayrılamıyorum, aşık oluyorum, bitmesin istiyorum hiç. Dilediği her yere beni de götürsün istiyorum. Vedalaşırken önce başına doğru çıkıyorum çıkıyorum, onu inciteceğim korkusu ve gitmek istemeyişimden dolayı yavaşça hareket ediyorum, sonra biraz eğiliyor ve hortumundan kayarak iniyorum. Ona teşekkür ediyorum ve selamlıyorum gönülden. Hayat dersi dedikleri sanırım buydu...